Çevre ile ilgili hükümlere 'Temel Haklar ve Ödevler'
kısmında yer veren Anayasamızın 56. maddesi, “Herkes, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” hükmünü koyduktan sonra; çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek için Devlete
ve vatandaşlara ödev yüklemiş; 57. maddesinde 'Konut hakkı', 63.
maddesinde 'Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması', 166 ve
devamı maddelerinde de ekonomi, planlama, tabii servetler ve kaynaklar, ormanlar,
orman köylüleri vb. hükümlere yer vermiştir.
Kısaca 'Çevre Hakkı' diyebileceğimiz kavram, çevre
hukukunun temelidir.
Çevre Kanunu'nun 'Tanımlar' başlıklı 2. maddesinde 'Çevre'
terimi, “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı
olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve
kültürel ortam” olarak tarif edilmiştir.
Kıyı, Orman, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Milli Parklar,
Çevre, Maden, Mera, Yapı Denetimi, Büyükşehir Belediyesi, Türk Ceza, Belediye
vb. Kanunlarda çevre ile ilgili hükümler yer almakta; bu Kanunlarla ilgili çok
sayıda alt düzenleme de yapılmış bulunmaktadır.
Yine çevreye verilen önemi göstermek üzere Bayındırlık ve İskan
Bakanlığının adı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak değiştirilmiş ve bu
Bakanlığın görev, yetki ve sorumluluklarını düzenlemek üzere bir de Kanun
Hükmünde Kararname çıkarılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, çevre ile ilgili herhangi bir
hüküm bulunmadığı hâlde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sözleşme hükümlerinden
yararlanarak çevrenin korunması gerektiğini kararlarında kabul etmiştir.
Uluslararası düzeyde Birleşmiş Milletlerin 1972 yılında
düzenlediği konferans sonunda yayımlanan Stockholm Deklarasyonu'nda çevre
hakkı, temel insan hakkı olarak kabul edilmiş; 1973 yılında çevrenin korunması
ve çevre kirliliğinin önlenmesi için 'Birleşmiş Milletler Çevre Programı'
benimsenmiş olup; hâlen bu çalışmalar, UNEP adı verilen bir kuruluş tarafından
yürütülmektedir. Üçüncü (yeni) kuşak haklardan olan çevre hakkı, 1982 yılında
Birleşmiş Milletler tarafından, 'Dayanışma Haklarına İlişkin Uluslararası
Üçüncü Pakt Ön Tasarısı' ile barış hakkı, gelişme hakkı ve insanlığın
ortak mal varlığına saygı hakları yanında dördüncü hak olarak düzenlenmiştir.
Bu haklar, evrensel nitelikte olup; çevre ile ilgili çalışmalar ara vermeksizin
sürdürülmekte, konferanslar düzenlenmekte, kabul edilen çeşitli sözleşmeler
imzalanmaktadır. Ayrıca 1998 yılında imzalanan Aarhus Sözleşmesi ile “Herkesin
çevreyle ilgili bilgilere serbestçe ulaşma, çevreyle ilgili konularda karar
alma sürecine katılma ve yargı yoluna başvurma hakları” güvence
altına alınmıştır.
Sağlıklı ve güzel bir çevre, temiz su ve hava, yeşil bir örtü,
ormanlar, kıyılar, gürültüden uzak bir ortam, düzenli bir trafik, doğanın
nimetlerinden yararlanmak, tabiat ve kültürel varlıkların korunması vb.
kişilerin hakkıdır.
Anayasa'nın 56. maddesinde yer alan 'Çevre' kavramı, 63.
maddesinde yer alan tarih, kültür ve tabiat varlıklarını da kapsamaktadır.
Çevre hakkı, yine Anayasamızda yer alan mülkiyet hakkı ile
çatışırken, yaşam ve sağlık hakları ile yakın ilişki içerisindedir.
Yapılan iç düzenlemeler ile Anayasamızın 90. maddesi uyarınca kanun hükmünde sayılan milletlerarası andlaşmalarda yer alan çevre hakkı nasıl ve kimler
tarafından sağlanacaktır? Bu konuda vatandaşa sorumluluk düşmektedir. Çevre
Kanunu'nun 30. maddesi, çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören
veya haberdar olan herkesin, ilgili mercilere başvurarak söz konusu faaliyetle
ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya durdurulmasını isteyebileceğini
belirtmiş; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 4. maddesi de, bu
nev'i varlıkları bulan, malik ve zilyet olanlara, ilgili mercilere bildirme
zorunluğu getirmiştir. Ancak şüphesiz ki en büyük görev, Devlete; yani merkezi
idare ve belediyelere düşmektedir.
Burada küreselleşen ve bilgi toplumuna geçen dünyamızda yerelin önemi
artmakta ve insan haklarının gerçekleştirilmesi büyük ölçüde yerel yönetimlerin
sorumluluk alanına girmektedir.
Peki yerel yönetimler, yazımızın temasını oluşturan çevre hakkı
konusunda üzerine düşenleri yapmakta mıdır?
Son aylarda Manisa'mıza damgasını vuran, yapılan kampanya ve
çeşitli etkinliklerle kamuoyunun gündemine oturan Şehzadeler ilçemizdeki Beyaz
Fil Binasının tescilinin kaldırılması kararı ile ilgili olarak Belediyelerimiz
nedense suskun kalmışlardır! Hepimizin anılarının bulunduğu, döneminin
karakteristik mimari özelliklerini taşıyan Beyaz Fil Binası, kentimizin simge
yapılarından biridir.
Buna Turgutlu Çal Dağındaki nikel madeni işletmesini de katmamız
mümkündür. 200.000 ağacın kesildiği ve daha binlercesinin kesileceği Çal
Dağında nikel madeninin çözdürülmesi (açığa çıkarılması - ayrıştırılması) için
sülfürik asidin kullanılacak ve bunun için de fabrika kurulacak olması, Gediz
Ovası için büyük tehlike oluşturacaktır.
Dileğimiz, Beyaz Fil binası ile ilgili olarak Manisa Büyükşehir ve
Şehzadeler Belediyelerinin, Çaldağı ile alakalı olarak da Turgutlu ve yine
Manisa Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının sessizliklerini bozmalarıdır.
31 Mayıs'ta, ölümünün 55 yılında andığımız büyük çevreci Manisa
Tarzanı Ahmet Bedevi sağ olsaydı, bu konularda fikrini söyleyerek karşı çıkar,
yanımızda yer alarak destek verir ve öncülük yapardı diye düşünüyorum.
Özetin özeti; “Mesele, Tarzan heykeli dikmek değil, Tarzan gibi
düşünmektir.”
YORUMLAR